Türkiye'de Suç Meselesi (1): 1965-1968 Yılları Arasındaki Cinayet Vakalarına Dair
Kendi memleketi üzerine kafa yoran her Türk, üzerine kafa yorduğu herhangi bir meseleye dair sistematik ve kamuya açık veri bulmak söz konusu olduğunda büyük çoğunlukla hayal kırıklığına uğrar ve dümeni anekdotların yanıltıcı dünyasına kırar. Türkiye’de kriminal vakalara dair araştırmalar da bu problemlerden azade değildir.
Türkiye’de cinayet vakalarına dair kamuya açık verilerin incelendiği güncel bir çalışmaya göre (Akdeniz, 2019) en eski tarihli veri TÜİK’in Dünya Sağlık Örgütü ile paylaştığı 1983 tarihli ölüm nedeni istatistikleridir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’de cinayetin tarihi serencamını merak eden birinin karşısına çıkan bu en güncel makale 1983 öncesi verilerin varlığına dair herhangi bir bilgi paylaşmamakta ve dolayısıyla zımnen böylesi verilerin yokluğunu kabullenmektedir. Peki durum gerçekten böyle mi?
INTERPOL 1950-2004 yılları arasında kendisine üye ülkelerin emniyet ve adliye makamlarından aldığı suç sayılarını kamuya açık bir biçimde paylaşmaktaydı ve bu veriler karşılaştırmalı kriminoloji araştırmalarında çokça kez kullanıldı (Rubin & Culp, vd., 2008; Barbaret, 2009). Türkiye INTERPOL’e 1956 yılında dahil oldu. Ancak ilgili istatistiklere ulaşamamam sebebiyle, Türkiye’nin INTERPOL’ün veri talebine olumlu cevap verip veremediğini şu an için bilemiyorum1 (Belki de bir sonraki yazının konusu bu olur). Ancak ilginç, kesin ve şu ana kadar gözden kaçmış gibi gözüken mühim bir nokta var. Asayiş vakalarının sayılarını ihtiva eden aylık raporlar Türk bürokrasisi tarafından - en azından bir dönem - tutulmuştu.
Devlet Arşivleri Başkanlığı-Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık-Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü fonunda en erken 1947 yılında başlayan ve 1969 yılında son bulan aylık asayiş raporları mevcuttur. Emniyet Genel Müdürlüğü, tabi bulunduğu İçişleri Bakanlığı’yla verileri paylaşmakta, İçişleri Bakanlığı ise İçişleri Bakanı’nın imzası bulunan bir raporu Başbakanlık’a göndermektedir. Söz konusu raporların tutulma biçimlerinde ve muhtevalarında dönemsel farklar mevcuttur. Örneğin, 1947 yılı Eylül ayına ait raporda rakamsal tablolar sunulmamış, bilgiler yazılı olarak şehirlere göre verilmiş, ardından asayiş vakalarının gösterildiği bir kroki paylaşılmıştır.
1950’li yıllara ait raporlarda ise yazılı kısım kısa tutulurken, tablolara ağırlık verilmeye özen gösterilmiştir. Aşağıda görselini paylaştığım raporda, bu yazının konusu olan cinayete dair rakamlarda dikkat çeken husus kent-kırsal ayrımı ve sebebe dair bir tasnif yapılmasıdır.
Muhtemelen online erişimde bulunan belgelerin eksikliğinden dolayı, 1965 yılına değin suç istatistiklerine dair uzun erimli bir çalışma yapmak imkansızdır. Ancak 1965 yılından itibaren güvenilir sayılar ortaya koymak mümkündür. Bunun sebebi ise 1965 yılına ait raporların mevcudiyeti değil, sözgelimi 1967 yılı Ekim ayı için hazırlanmış bir raporun tablo kısmında aynı ayın 1966 ve 1965 yılları rakamlarının da paylaşılmasıdır. Bu şekilde dört yıllık bir dönemin istatistiklerini ortaya koymak mümkün hale gelmektedir.
Bu raporlarda gasp, kundakçılık, cinayet gibi birçok olay jandarma (kırsal) ve polis (kent) bölgeleri için ayrı tablolar hazırlanarak verilmektedir. Bu bakımdan söz konusu raporlar sayesinde suçun kent-kırsal bölge arasındaki farklılıklarına dair çıkarımlar yapmak da mümkün hale gelmektedir. Ancak ‘50’li yıllardaki raporların aksine cinayetin sebebinin kaydedilmemesi yahut ‘40’lı yıllardaki raporların aksine bölge ayrımı yapılmaması ciddi bir eksiktir. Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde, 1965-1968 yılları arasındaki seri verilerde elimizdeki değişkenin aylar ve kent-kırsal bölge arasındaki farklılıklardan ibaret olduğu söylenebilir. Yine de söz konusu yıllar arasındaki cinayet vakalarının güvenilir bir tablosunu çıkarmak, aynı yahut yakın yıllardaki diğer devletlerle karşılaşma yapma imkanı tanıdığı için oldukça önemlidir.
1965-1968 Yılları Arasında Türkiye’de Cinayet Vakaları
Mevcut veriler içerisinde sadece 1965 yılının Şubat ayı ve 1968 yılının Kasım ayı eksiktir. Bu eksikliği diğer yılların ilgili aylardaki mevcut rakamlarının ortalamasını alarak düzeltmeye çalıştım. İlgili yıllarda cinayet sayıları şu şekildedir:
Tek başına hiçbir anlam ifade etmeyen bu rakamlar, 100.000 nüfus başına düşen cinayet üzerinden hesaplandığında ‘60’lı yıllar Türkiyesi’nin muasırı ülkelere kıyasla nasıl bir durumda olduğunu ortaya koymak kolaylaşır.
Elde edilen bu verilerin güvenilirliği noktasında ciddi problemler olmadığı kanaatindeyim. Nihayetinde verinin tutulma maksadı kamuyla yahut uluslararası kuruluşlarla paylaşma değildi. Dolayısıyla verilerin kasıtlı olarak düşük gösterilmesi noktasında ciddi motivasyonların mevcudiyetinden söz etmek mümkün değil. Olası tek problem, emniyet güçlerinin istatistikleri tutmada yeterli organizasyondan yoksun olma ihtimalleri olarak gösterilebilir. Ancak bu verilerin ‘40’lı yıllardan beri derlendiği göz önünde bulunursa, bu noktada bürokrasisinin ilgili kurumlarının hatırı sayılır bir tecrübe sahibi olduğu düşünülebilir.
Bu ham veriyi yorumlamaya geçmeden önce, diğer ülkelerin verileriyle karşılaştırma yapmak Türkiye’nin ‘60’lı yıllarda asayiş bakımından konumlandırılmasını sağlayacaktır.
Vahşi Batı?: ‘60’lı Yıllarda Türkiye’de Cinayet Vakalarının Diğer Ülkelerle Karşılaştırılması
Aşağıda Türkiye’nin 1965-1968 yılları arasındaki cinayet ortalamasını esas alırken, geri kalan ülkelerin 1965 yılı verilerini esas aldım.2 Önceki ve sonraki yıllarda da resmi değiştirecek düzeyde bir değişikliğin olmadığını söyleyebilirim.
Bu tablodan ‘60’lı yıllarda Türkiye’nin - diğer birçok mesele gibi - Avrupa, ABD ve Japonya’dan oldukça ayrıksı konumda bulunduğu anlaşılmaktadır.3 Batı dünyasında şiddet suçları 19. yüzyıldan itibaren gözle görülür ölçüde düşmeye başlamış, '60'lı yıllardan '90'lı yıllara kadar ise tekrar yükselmişti. Bu fenomenin sebeplerine dair ciddi bir literatür mevcuttur (Eisner, 2001, 2003, 2008; Goertzel, vd., 2013; Gurr, 1981; Spierenburg, 2008; Thome, 2001). Elimizde Türkiye için sadece '60'lı yıllara ait veri bulunmakla birlikte, mevcut oranın yüksekliği Türkiye'de cinayetin tarihinin medeni dünyadan daha farklı bir seyir izlediğini ortaya koymak için yeterlidir.
Türkiye’nin ayrıksı konumunu anlamlandırmak için 100.000 kişi başına düşen cinayet oranının 7’den yüksek olduğu devletleri, tarih farkı gözetmeksizin incelemek faydalı olabilir.
Türkiye’deki cinayet oranlarının yukarıdaki tabloda bulunduğu konumdan anlaşılacağı üzere, Türkiye’nin 1965-1968 yılları arasında cinayet oranları açısından medeni ülkelerden fazlasıyla problemli bir konumdadır. Tabloda dikkat iki ülke olan ABD ve Finlandiya ise literatürde istisna olarak değerlendirilmiş ve bu ülkelerin muadili ülkelerden niçin farklılaştığı irdelenmiştir (Kivivuori & Lehti, 2011; Monkkonen, 2006). Ancak diğer İskandinav ülkelerinden ayrıksılığıyla dikkat çeken Finlandiya’nın dahi 1940’lı yıllardan itibaren cinayet oranında 5’ten aşağıya düştüğü unutulmamalıdır (Vuorela, 2017).
Kısacası önceki yıllarda da daha iyi durumda olduğunun düşünülmesi için geçerli hiçbir sebep olmayan ‘60’lı yıllar Türkiyesi’nde cinayet açısından durum, günümüz Afrika yahut Latin Amerikası’ndan farksızdı. Bu durumun izah edilmesi ise eldeki verilerin noksanlığı düşünüldüğünde, pek de kolay olmayacaktır. Bunu da hesaba katarak eldeki verileri biraz daha işlemeye çalışacak ve ardından söz konusu fenomenin sebeplerine dair bir takım spekülasyonlar yapacağım.
Anadolu İrfanı?: Bir İzah Denemesi
Eldeki tek değişkenin kırsal-kentsel bölge ayrımı olduğu bir veri setinde bu değişkenin üzerine düşmek akıllıca olacaktır. Kırsal ve kentsel bölgelerin verileri ayrı ayrı incelendiğinde ortaya çıkan sonuçlar, mevcut oranın yüksekliğinin büyük çoğunlukla kırsal alanla ilişkili olduğunu; ancak kentsel alanda da cinayet olaylarının görece yoğun olduğunu ortaya koymaktadır. Kırsal alandaki oran 11,55 iken kentsel alanda bu oran 4,5’tir.
ABD ve İngiltere’de cinayet oranlarında kentsel alanın kırsal alana kesin bir üstünlüğü olduğu bilinmekte (Brookman, vd., 2017; Robinson, vd., 2017), o halde Türkiye’nin verilerine dayanarak kırsal alanda cinayet oranlarının daha yüksek olduğu şeklinde genel bir çıkarım yapmak mümkün değildir. Bu durumda Türkiye’de cinayet oranlarını oldukça ayrıksılaştıran kırsal alandaki oranın arkasında yatan sebepleri izah etmek gerekiyor.4
Aşağıdaki üç başlığın da mevcut fenomeni izah için kullanışlı olduğu kanaatindeyim:
Medenileşme Süreci
Kan Davaları
Bireysel Silahlanma
Medenileşme süreci ifadesiyle Norbert Elias’ın Über den Prozeß der Zivilisation. Soziogenetische und psychogenetische Untersuchungen adıyla 1939 yılında yayımladığı abidevi çalışmasına atıf yapıyorum (Çalışmaya dair bkz. Linklater & Mennell,2010). Elias bu çalışmasında Modern Avrupa toplumunun oluşumunu uzun erimli bir biçimde bireysel, toplumsal ve politik düzlemde incelemişti. Şiddet suçlarının tarihsel süreçte gittikçe azaldığını fark eden araştırmacıların bir kısmı bu durumu, Elias’ın Avrupa’da insanların şiddete başvurma durumlarının içsel ve dışsal sebeplerle peyderpey azalmasını da ihtiva eden medenileşme süreci çerçevesiyle izah ettiler (Eisner, 2002; Gurr, 1981; Spierenburg, 2008). En azından cinayet (muhtemelen bütün şiddet suçları) söz konusu olduğunda Avrupa’nın kendine has tarihsel sürecinin neticelerinin Türkiye’de mevcut bulunmayışı doğrulanmaktadır. Doğu-Batı, Avrupa-Türk gibi dikotomilerden bağımsız bir biçimde, kırsal alanın medenileşme sürecinde her daim geriden geleceği muhakkaktır. Bu bağlamda Émile Durkheim’ın kolektivizmin çözülmesi ve bireyciliğin artmasıyla cinayet sayılarının azalacağı yönündeki yargısı da önem kazanmaktadır (Thome, 2001). Her iki sosyolog toplumsal fenomenlerle ilişkili olarak devlete özel anlam atfetmektedir. Elias’ın vurgusu devletin şiddet tekeline yönelikken, Durkheim devleti bireyciliğin güvencesi olarak tasvir eder (Thome, 2001).
Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde Türkiye’de kırsal alandaki cinayet oranlarının yüksekliği biraz daha iyi anlaşılabilir. Öncelikle kırsal alan, insanın doğa-haline yakınlığı itibarıyla, muhtelif içgüdülerin daha kolay eyleme dönüştüğü bir muhittir. Devletin şiddet tekeline ve göz hapsine uzak oluşu, dışsal etkilerin şiddeti bastırmasına engel olmaktadır. Bütün bunlara kırsal alanın bireycilikten uzak yapısı, bununla ilişkili olarak kan davası kültürü ve devletin şiddet tekelini aşındıran silah mülkiyeti oranları ve kırsal alandaki eşkıyalık hareketleri eklendiğinde, sanırım bir açıklama zemini oluşmuş olur. Ancak, ne yazık ki bu izahları ampirik olarak destekleyebileceğim verilerden yoksunum, bu sebeple bazı anektodal delillere başvuracağım.
Cumhuriyet Arşivi’ne ilaveten, Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki belgelerin yoğun bir biçimde kullanıldığı, Türkiye’nin 1931-1939 yılları arasındaki iç güvenliğini merkeze alan bir doktora tezinde5 (Solgun, 2010) söz konusu yıllar arasında devletin yasadışı silahları toplama ve kan davası kültürünü sonlandırma noktasında gösterdiği çaba ve kırsaldaki çete faaliyetlerinin yoğunluğu vurgulanmaktadır.
Rize Valisi Nezih Okuş, 1 Ağustos 1969-27 Ağustos 1969 yılları arasında Rize’de gerçekleşen şiddet vakalarına dair 27 Ağustos 1969’da Başbakanlık’a gönderdiği raporunda (Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü Tasnifi, 72-460-8) söz konusu tarihler arasında polis bölgesinde 5, jandarma bölgesinde ise 6 cinayetin vuku bulduğunu belirtmektedir. Vali, kentsel yahut kırsal alan fark etmeksizin (1) cinayetlerde esas etmenin kan davası olduğuna (2) bireysel silahlanmanın yaygınlığına vurgu yapmaktadır:
İlimizde işlenen öldürme ve yaralama vak’alarının çoğu kan gütme ile ilgili olup, diğer öldürme olaylarına nadir rastlanmaktadır.
Bölge halkı silah taşımaya meraklı olduğundan 6136 sayılı Kanunun gerek ruhsatsız tabanca taşıma, gerekse taşıma ruhsatının verilmesi ile ilgili hükümlerinin tatbikinde de azami hassasiyet gösterilmektedir.
Gerek kökü kan davasına dayanan öldürme ve yaralama olaylarına, gerekse 6136 sayılı Kanunun ihlâline karşı alınan tetbirlerin (sic) daha müessir olabilmesi için ilimiz Emniyet ve Jandarma teşkilatlarının personel ve bilhassa motorlu araçlarla takviyesi zaruri görülmektedir.
Vali’nin meseleyi sunuş biçiminden ‘60’lı yılların sonunda dahi Türkiye Cumhuriyeti’nin kan davası ve bireysel silahlanma gibi cinayet oranlarının yüksekliğinde mühim rol oynayan iki temel problemi ortadan kaldıramadığı anlaşılmaktadır. Buna ilaveten kentsel alandaki cinayetlerde de kan davası gibi bireycilikten uzak sebeplerle cinayet işleniyor olması, sadece kırsal alandaki değil, kentsel alandaki görece yüksek oranların da esasında kırsal kültürle ilişkili olabileceğini gösteriyor.
Benim tahminim Türkiye’de cinayet oranlarının tarihinin modernleşmesiyle paralel bir seyir izlediği yönünde. Bu bakımdan Türkiye’de söz gelimi ‘30’lı yıllardaki cinayet oranları belki de Brezilya ve Meksika gibi ülkelere düzeyindeydi.6 Bu bağlamda ilerleyen çalışmalarda ‘30’lardan ‘60’lara doğru cinayet oranlarının seyrinin ortaya konulması Türkiye’nin modernleşme tarihinin anlaşılması açısından da oldukça verimli olacaktır.
Kaynakça
AKDENİZ, G. (2019). Homicide Trends in Turkey: A Review of Publicly Available Data. Ceza Hukuku ve Kriminoloji Dergisi, 7(1), 1-25. DOI: 10.26650/JPLC2019-0003
ARCHER, D. & GARTNER, R. (1987). Violence and Crime in Cross-National Perspective. New Haven: Yale University Press.
BARBARET, R. (2009). The Legacy of INTERPOL Crime Data to Cross-National Criminology. International Journal of Comperative and Applied Criminal Justice, 33(2), 193-210. DOI: 10.1080/01924036.2009.9678805
BEEGHLEY, L. (2003). Homicide: A Sociological Explanation. Lanham & Boulder & New York & Oxford: Rowman & Littlefield Publishers, Inc.
BLUMSTEIN, A. & WALLMAN, A. (2006). The Recent Rise and Fall of American Violence. Blumstein, A. & Wallman, A. (ed.). The Crime Drop in America (1-12) içinde. Cambridge: Cambridge University Press.
BROOKMAN, F., vd. (2017). Homicide in Britain. Brookman, F., vd. (ed.). The Handbook of Homicide (320-344) içinde, Chichester, West Sussex: John Wiley & Sons.
DOBRIN, A. (2016). Homicide Data Sources: An Interdisciplinary Overview for Researchers. Cham: Springer International Publishing. DOI: 10.1007/978-3-319-19881-1
EISNER, M. (2001). Modernization, Self-Control and Lethal Violence: The Long-term Dynamics of European Homicide Rates in Theoretical Perspective. British Journal of Criminology, 21, 618-639. DOI: 10.1093/bjc/41.4.618
EISNER, M. (2003). Long-Term Historical Trends in Violent Crime. Crime and Justice, 30, 83-142. DOI: 10.1086/652229
EISNER, M. (2008). Modernity Strikes Back? A Historical Perspective on the Latest Increase in Interpersonal Violence (1960-1990). International Journal of Conflict and Violence, 2(2), 288-316. DOI: 10.4119/ijcv-2769
FUJIMOTO, T. & PARK, W. (1994). Is Japan Exceptional? Reconsidering Japanese Crime Rates. Social Justice, 21(2), 110-135. DOI: 10.2307/29766810
GOERTZEL, T., vd., (2013). Homicide Booms and Busts: A Small-N Comperative Historical Study. Homicide Studies, 17(1), 59-74. DOI: 10.1177/1088767912449624
GURR, T. R. (1981). Historical Trends in Violent Crime: A Critical Review of the Evidence. Crime and Justice, 3, 295-353. DOI: 10.2307/1147382
KIVIVUORI, J. & LEHTI M. (2011). Homicide in Finland and Sweden. Crime and Justice, 40, 109-198. DOI: 10.1086/658889
LINKLATER, A. & MENNELL, S. (2010). Norbert Elias, The Civilizing Process: Sociogenetic and Psychogenetic Investigations - An Overview and Assessment. History and Theory, 49, 384-411. DOI: 10.1111/j.1468-2303.2010.00550.x
MONKKONEN, E. (2006). Homicide: Explaining America’s Exceptionalism. The American Historical Review, 111(1), 76-94. DOI: 10.1086/ahr.111.1.76
MURRAY, J. vd., (2013). Crime and Violence in Brazil: Systematic Review of Time Trends, Prevalence Rates and Risk Factors. Aggression and Violent Behavior, 18, 471-483. DOI: 10.1016/j.avb.2013.07.003
ROBINSON, A. L. & MAXWELL, C. D. (2017). Typifying American Exceptionalism: Homicide in the USA. Brookman, F., vd. (ed.). The Handbook of Homicide (320-344) içinde, Chichester, West Sussex: John Wiley & Sons.
RUBIN, M. M. & CULP, R., vd. (2008). Using Cross-National Studies to Illuminate the Crime Problem: One Less Data Source Left Standing. Journal of Contemporary Criminal Justice, 24(1), 50-68. DOI: 10.1177/1043986207312937
SOLGUN, S. (2010). Menemen Olayı Sonrasından İkinci Dünya Savaşına Türkiye’nin İç Güvenliği (1931-1939) (Doktora Tezi). İstanbul Üniversitesi, İstanbul. (YÖK Tez Merkezi: 271050)
SPIERENBURG, P. (2008). A History of Murder: Personal Violence in Europe from the Middle Ages to the Present. Cambridge: Polity Press.
THOME, H. (2001). Explaining Long Term Trends in Violent Crime. Crime, Histoire & Sociétés, 5(2), 69-86. DOI: 10.4000/chs.738
von HOFER, H. & LAPPI-SEPPALA, T. & WESTFELT, L. (2012). Nordic Criminal Statistics 1950-2010: Summary of a Report. 8th Revised Edition. Kriminologiska Institutionen, Stockholms Universitet.
VUORELA, M. (2017). The Historical Criminal Statistics of Finland 1842-2015 - A Systematic Comparison to Sweden. International Journal of Comperative and Applied Criminal Justice. DOI: 10.1080/01924036.2017.1295395
Archer & Gartner 110 ülke ve 44 şehrin 1900-1974 yılları arasındaki suç istatistiklerine dair projelerini kitap haline getirmişlerdi (1987). Bu çalışmada Türkiye’ye dair verilerin paylaşıldığını biliyorum, ancak bunların ne olduğu şimdilik meçhul. Akdeniz’de (2019) de bu çalışmaya herhangi bir atıf yok. Dolayısıyla Türk akademyasının bu çalışmadan haberdar olmadığı söylenebilir. Hiçbir kütüphanede bu kitabın kaydına rastlamamış olmam da bunu doğruluyor. Bu çalışmaya bir şekilde erişim sağladığımda, buradaki verilerin güvenilirliğini bu yazıda paylaştığım verilerle karşılaştırarak test etmek mümkün olacak.
Eisner’in (2008) çalışmasında ülkelerin yayımladıkları istatistikleri kullanmakta ve tablodaki sayılardan daha düşük sayılar vermektedir.
Bu tablo 2019 yılı verileriyle kıyaslandığında Türkiye’nin bu büyük farkı kapadığı ve ABD’den iyi duruma geldiği görülmektedir.
Bu izaha geçmeden önce bir uyarı: Elde bölgesel veriler olmadığı için ister istemez ulusal verileri incelemek zorunda kalıyorum, söz gelimi elimde şehirlerdeki vakaların paylaşıldığı bir veri seti olsaydı belki de Türkiye’nin konumunun belirli bir bölgeyle ilişkili olduğunu (Karadeniz yahut Doğu, Güneydoğu Anadolu) veya İstanbul harici diğer kentsel bölgelerin esasında oldukça güvenli olduğunu söylemek mümkün olabilirdi.
Bu çalışma ihtiva ettiği anektodal veriler itibarıyla oldukça değerli olmakla birlikte, istatistiksel verilerden ve bu verileri uluslararası bir bağlamda değerlendirmemesi sebebiyle eksik kalmaktadır. Bir tarih çalışması olması itibarıyla, kavramsal tartışmalar yahut sebep-sonuç ilişkileri gibi meseleler eksiktir.
Ancak 1956 yılının Kasım ve Aralık aylarına dair hazırlanan asayiş raporundaki tabloda - en azından bu aylar için - vakaların ‘60’lı yıllara kıyasla sayı itibarıyla neredeyse yarısı olduğu görülmektedir. Bu durum elimde başka herhangi bir veri olmadığı için tartışmalı bir durum yaratıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kademeli modernleşme hikayesinde cinayet oranlarının da kademeli olarak düşmesi beklenir. Ancak elimdeki anektodal veri bunun tersini söylüyor. Bu durumda elimdeki verinin eksik sayı ihtiva ettiği yahut ‘60’lı yıllarda Türkiye’de cinayet oranlarının yükseldiği şeklinde yorumlanabilir.